Evinin önünde otomatik tüfekle balon nöbeti tutan senatörleri dünya şaşkınlıkla izledi. Nihayetinde ABD bu olayı da en iyi bildiği yolla çözme yoluna gitti: Ateş etmek.
Bugünlerde ABD semalarında yeni bir balon görülmekte. Ülke yeni bir mali krizin eşiğindeyken, finans balonu şişerek patlama noktasına geldi. SVB’nin iflası, 2008’dekine benzer bir krize dair endişeleri tetiklerken, ABD yönetimi müdahale ederek ilk etapta krizin büyümesinin önüne geçti. Ancak bu müdahele, akmakta olan kanı bir bezle sarıp durdurmaya benziyor. Bez çekildiği an kan akmaya devam edecek. ABD yönetiminin şimdi kanamayı durduracak politikaları bulması gerekiyor.
Sorun bankalar değil, siyasi kutuplaşma
Tam da burada ABD siyasetinin temel ikilemi ortaya çıkıyor. Ülkedeki siyasi kutuplaşma, ABD’nin karşılaştığı temel sorunların çözümüne dair politika üretilebilmesini imkansız hale getiriyor.
Geçtiğimiz günlerde CNN’de çıkan bir yorum durumu özetliyor: “Silicon Valley Bank’ın dramatik çöküşü bir şeyi kesin olarak kanıtlıyor: ABD için en büyük sistemik risk, bankacılık sisteminde değil, kutuplaşmış siyasetinde yatıyor.”
CNN aynı yorumda, mevcut durumu 2008 finans krizi öncesindeki siyasi atmosfere benzetiyor. O yıllarda Demokratların hem Senato’yu hem de Temsilciler Meclisi’ni kontrol ettiği bir dönemde, Cumhuriyetçi Başkan George W. Bush, yaklaşmakta olan bir mali felaket konusunda uyarmak için üst düzey ekonomi yetkililerini Capitol Hill’e gönderdi. Kıdemli kongre liderleri, bankacılık sistemini ve milyonlarca Amerikalının birikimlerini yok etme potansiyeline sahip bir ekonomik felaket olasılığı karşısında şaşkına döndüler. Neticede Demokratlar ve Cumhuriyetçilerin hızlı bir şekilde birlikte çalışmaya karar vermeleri gerekti ve finans sektörü kurtarma paketi üzerinde anlaştılar. Ancak 15 yıl sonra CNN umutsuz görünüyor: “Şimdi ortak eylem üzerinde birleşmek şöyle dursun, tarafların üst düzey bir yönetim yetkilisinin verdiği brifingden aynı düzeyde tehdit algıladıklarını hayal etmek bile zor.”
SVB’nin durumu kötüleşirse ve gelecekteki bir mali krizi tetiklerse, yönetimin bunu tek başına ortadan kaldırma kapasitesi olmayacak. Kongre ile beraber hareket etmesi gerekecek. Ancak Washinton’daki çarpık siyasi sistem, krizler karşısındaki çaresizliğini zaten daha önce COVID-19 salgını, Afganistan’dan apar topar çekilme gibi olaylarda gösterdi.
FED’in ikilemi
Şimdi ABD yeni bir krizin eşiğinde. Sadece California merkezli bankanın değil, aynı zamanda Signature ve Silvergate’in de geçen haftaki başarısızlıkları, küresel piyasalarda gerginliğe yol açtı. Bu endişeler Credit Suisse hisselerinin rekor seviyelere inmesiyle daha da alevlendi ve krizin Avrupa’ya yayılabileceği endişesine yol açtı. FED şimdi büyük bir ikilemle karşı karşıya: Faizlerin yükseltilmesi likidite krizini derinleştirebilir ve daha fazla finansal kuruluşu kapanma riskiyle karşı karşıya bırakabilir. Öte yandan FED faiz oranlarını artırmazsa, enflasyon etkili bir şekilde engellenmeyecek ve yüksek fiyatlar Amerikan halkının hayatını olumsuz etkilemeye devam edecek.
Dünyaya ayrışma ve zıtlaşma öneren ABD, kendi içerisinde de ayrışma ve zıtlaşma girdabından kurtulamıyor. Kutuplaşma hem içeride hem dışarıda ABD’nin yegane sorun çözme taktiği haline geldi. ABD, küresel yönetişime katkı sağlama kabiliyetini yitirdiği gibi, kendi içindeki kronik sorunları dünyaya yayarak krizlerin derinleşmesine neden oluyor.
Geçtiğimiz yıllarda Çin’de bazı kırsal bankalarda mevduatların dondurulması veya Evergrande gibi bazı emlak devlerinin borç krizleri Batı medyasında büyük ilgi çekmişti. Evergrande “Çin’in Lehman Brothers’i olacak” manşetleri atılmıştı. Batı dünyası Çin’deki en ufak sorunları anında büyük krizlerin habercisi olarak değerlendirmeye alışkın. Ancak kendi içlerindeki sorunların nasıl geliştiğini ve içinden çıkılmaz hale geldiğini görmekte zorlanıyorlar. Çin’den bir Lehman Brothers krizi elbette çıkmadı. Çünkü Beijing’de krizleri son anda çözmeye çalışan yöneticiler yok; potansiyel krizler karşısında önceden hazırlıklarını yapan ve tüm ihtimalleri değerlendirerek titiz politikalar hazırlayan bir siyasi akıl var. ABD yönetimi Çin’i bir tehdit olarak nitelerken, kendisi için asıl tehdidin, bizzat kendi siyasi krizi olduğunu gözden kaçırıyor.
Kaynak: Çin Uluslararası Radyosu
Hibya Haber Ajansı