ABD Ticaret Bakanlığı geçtiğimiz hafta Ekim 2023’te uygulanmaya başlayan yarı iletken ihracatı kısıtlamasında değişiklik yapılacağını duyurdu. Bu halihazırda 2022 yılından beri uygulanan ve Çinli şirketlerin ABD’li şirketlerden belirli teknolojik ürünleri almasını kısıtlayan yönetmeliklerin genişletildiği anlamına geliyor.
Geçtiğimiz yıllarda da ABD küresel çapta başarılı Çinli şirketlerin üst düzey yöneticilerini hedef alarak şirketlere zarar vermeye çalışmış ancak kendi müttefikleri dahil pek çok ülkeden tepki toplamıştı. Teknoloji devi Huawei’nin üst düzey finans direktörü Meng Wanzhou’nun ABD’nin talebi üzerine Kanada’da tutuklanması ya da Tiktok’un CEO ve kurucusu Singapur vatandaşı Shou Zi Chew’in ABD senatosu önünde ifadeye çağırılması bu sürecin en göz alıcı örneklerinden oldu.
Jessica Durdu, yaptırım ve kısıtlamaların temel amacının Çin’in teknolojik gelişmelere erişimini engellemek ve bölgece kendi iç teknoloji sektörüne zarar vererek ülkeyi uzun vadede zayıflatmak olduğunun söylenebileceğini belirterek, “Diğer bir ifade ile bu durum, ABD’nin teknolojiyi de siyasileştirdiği ve bir güvenlik tehdidi olarak görmeye başladığının da bir göstergesidir. Peki bu yaptırımlar ne kadar etkili? Ya da ABD’nin stratejisine gerçekten hizmet ediyor mu? Bu soruyu cevaplamak için ABD’nin yaptırım uyguladığı pek çok ülke örneğine bakmak mümkün. Bu ülkelerin başında ise Çin geliyor.” dedi.
ABD’nin Çin’e karşı ticaret savaşını yoğunlaştırdığı Trump döneminden itibaren bakıldığında Çin’in gerek çip teknolojilerinde gerekse kendi milli üretiminde ciddi başarılar elde ettiğini görmenin mümkün olduğunu dile getiren Durdu, şunları kaydetti:
“Yarı iletken teknolojinin gelişimine bakıldığında Çin’in geçtiğimiz yıllarda bu sektöre 100 milyar dolardan fazla yatırımı oldu ve halihazırda şimdiden en gelişmiş çiplere sahip olmaya başladı. Ya da daha eski bir yaptırım olarak uzay alanındaki iş birlikleri örnek verilebilir. 2011 yılında ABD Kongresi NASA’nın özellikle Uluslararası Uzay İstasyonu ile ilgili Çin ile iş birliğini engelleyen bir karara imza attı. Bu kararın ardından Çin, 2022 yılında faaliyete başlayan kendi uzay istasyonu Tiangong için çalışmalara başladı. 2030 yılında ise Tiangong hala faaliyete olacak tek uzay istasyonu olacak.”
Durdu, sadece bu iki örneğin bile herhangi bir kısıtlamanın, Çin’in başarıya ulaşmasını engelleyemeyeceğini göstermek için yeterli olduğunu ifade ederek, değerlendirmesine şöyle devam etti:
“Ama ABD’nin açısından bakıldığında da bu hamleler pek mantıklı görünmüyor. Öncelikle ABD’nin belirli bir ülkeyi hedef alarak kendi özel sektörü tarafından yapılan uluslararası ticaretine müdahale etmesi kendi kurduğu liberal düzen ilkeleri ile çelişmekte ve uluslararası iş birliği fırsatlarını kısıtlamaktadır. Böyle bir tavır ne ABD’nin kendi çıkarlarına ne küresel sisteme ne de insanlığa uzun vadeli hizmet edemez. Dünyada milyonlarca insanın hayatına katma değer sağlama potansiyeli olan herhangi bir teknolojik gelişmenin siyasileştirilmesi ne ABD’nin ne de başka bir ülkenin gelecekteki küresel pozisyonunu korumasını da sağlamaz.”
Aksine, büyük-küçük demeden ABD’den ithalat yapan her ülkenin kendi ticari güvenliğini sorgulamasını ve kendine bir B planı hazırlamasını teşvik edeceğine değinen Durdu, şunları söyledi:
“Kısıtlanan teknolojiyi kendi üretme kapasitesi olan ülkeler üretmeye başlar. Çin, Rusya ve Türkiye gibi. Bu kapasiteye henüz sahip olmayan ülkeler ise bir yandan bu konuya daha fazla iç kaynak harcamaya bir yandan da uzun vadede siyasi sorun çıkartmayacak bir ticaret ortağı aramaya başlar. O yüzden Çinli yetkililerin de dediği gibi, bu tarz bir yaklaşım önce ABD’nin kendisine zarar verir. Çin’in herhangi bir teknolojiyi satın almasını kısıtlamak, onu kendi imkanlarını bu teknolojinin çok daha iyisini üretmek için kullanmaya teşvik eder. Bunun sonucunda gelişen piyasası ise geçtiğimiz haftalarda Çin’i ziyaret eden pek çok ABD’li CEO başta olmak üzere küresel çapta başarılı iş adamlarını da Çin’e yatırıma teşvik eder.”
Hibya Haber Ajansı