Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, parti genel merkezinde basın toplantısı düzenledi.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Öztrak, şunları söyledi:
“Türkiye Büyük Millet Meclisi tatilde ama Cumhuriyet Halk Partisi, Genel Başkanımızın talimatıyla, Genel Merkez Yönetimimizle, Meclis Grubumuzla, sahada çalışmalarını sürdürmeye, milletimizle hemhal olmaya devam edecek.
Saha çalışmalarına Erzurum’dan başlamamız ise, elbette tesadüf değil. Erzurum Kongresi, tam 103 yıl önce 23 Temmuz ile 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında toplandı. Manda ve himayenin kabul edilmeyeceği, milli iradeyi hâkim kılmanın temel esas olduğu, hükümet işlerinin meclis tarafından kontrol edilmesini sağlamak için çalışılacağı, tüm dünyaya Erzurum’dan ilan edildi. İşte böyle anlamlı bir tarihin yıldönümünde, genlerinde, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk ve Kuvayımilliye olan partimizin, seçim sathı mailine girdiğimiz bu dönemde, hak, hukuk, adalet ve milli iradeyi hâkim kılma mücadelesini, Erzurum’da başlatmasından daha doğal hiçbir şey olamazdı. Erzurum; hem Sayın Genel Başkanımızı, CHP grubunu, büyük bir misafirperverlikle bağrına bastı. Erzurumluların da “kral değil, kural istediklerini” gördük. Bu vesileyle, tüm Erzurumlu hemşerilerimize, bir kez daha teşekkürlerimizi sunuyoruz. Dün Merkez Yönetim Kurulumuzun gündeminde, KPSS skandalı vardı. Devlet yönetimindeki kriz artık öyle bir noktaya geldi ki, bu ülkede artık güvenilir bir sınav yapılamaz hale geldi. Yine ekonomide derinleşen kriz, artan hayat pahalılığı, ağırlaşan yoksulluk, kurulumuzun tabi ki gündemindeydi. Ekonomik kriz ve sıkıntıların, dış politikada sebep olduğu kırılganlıkları ve diğer ülkelere verilen tavizleri de değerlendirdik. Bu sıkıntılardan nasıl çıkılacağını da yine kurulumuzda tartıştık.”
“Kibir illetine yakalanmış siyasetçi, kendi kaderiyle ülkesinin kaderini bir görür. “AK Parti’nin kaderiyle ülkenin kaderi et ve tırnak gibi birbiriyle iç içe geçmiştir” sözleri, bu dermansız illete tutulmuş siyasetçinin sözleridir” diyen Öztrak şöyle devam etti:
“Kibir, şeytanın en sevdiği günahtır.” Kalpteki kibir, insanın aklını başından alır. İnsanı felakete sürükler. Siyasette, bu kibir sarhoşluğu ve güç zehirlenmesi, “Hübris” hastalığı olarak adlandırılır. Hübrise yakalanan siyasetçi, bir de ülkeyi yönetiyorsa, sadece kendini değil, beraberinde ülkesini de uçuruma sürükler. Bu nedenle kibir hastalığına yakalanan siyasetçilerin bir an evvel sandıkta biletinin kesilip evine gönderilmesi, bir ulusun huzuru, refahı ve çocuklarının geleceği açısından, son derece önemlidir. Peki, bu illet nasıl ortaya çıkar? Belli başlı belirtileri nelerdir?
Kibir illetine yakalanan siyasetçi, narsistleşir. Kendisini her şeyin merkezinde görmeye başlar. Devlette ne kadar makam, mevki varsa, kendi “lütfu keremi” sanır. “Benim bakanım, benim valim” diye başlayan cümleler, ya da “İngiltere, Almanya, Fransa ve şahsım dörtlü zirve yaptık” gibi, kendisiyle, devleti özdeşleştiren, “Ben varsam devlet var” tarzı ifadeler, işte bu kibir illetinin tezahürleridir. Kibir hastalığına yakalanan siyasetçi, kendisini öyle bir mertebeye koyar ki, artık yaptıklarından dolayı mahkemelere değil, bir tek Allah’a hesap vereceğini düşünür. Devletin askeriyesini, adliyesini, mülkiyesini, maliyesini FETÖ’cülere teslim eder. Ortaklık yaptığı bu hainler darbeye yeltenir. Millet iradesinin tecelligâhı Gazi Meclisimizi bombalar. Milletimiz, devletini sokaklardan toplar. Bunun için canını verir. Şehit olur. Ama tüm bunlara sebep olan kibir abidesi çıkar, “Rabbim ve milletim beni affetsin” deyip, işin içinden sıyrılmaya kalkar.
Kibir illetine yakalanan bir siyasetçi ülkesinin gerçeklerinden de tamamen kopar. Ülkesinin yurttaşları araba sahipliğinde, Avrupa sonuncusudur. Emeğiyle geçinenlerin bir otomobil sahibi olma umudunu hatalı politikalarıyla bitirmiştir. Ama yine de çıkar: “Herkesin altında maşallah arabası var” diyebilir. Vatandaşları, ucuz ekmek kuyruklarında saatlerce beklerken, o kibir abidesi çıkıp, “Aç kalan yok, kriz yok, hepsi manipülasyon” der. Kibir hastalığına tutulan siyasetçi, kendisini her türlü hatadan münezzeh görür. Hiçbir uyarıyı, eleştiriyi kabul etmez. Kendisini eleştirenleri de yanından birer birer uzaklaştırır, sarayında giderek yalnızlaşır.
Kibirli siyasetçinin güç sarhoşluğu, altındakilere de yansır. Onlarda devleti, partilerinin devleti olarak görürler. Önce kendi çoluk çocuğunu devlet protokolünün asli unsuru yapar. Tabi onun il başkanları da Mehmetçiklerimizi sıraya dizip, kendilerini karşılatmaya cüret eder.”
Öztrak, “İşte bugün ülkemiz ne yazık ki, milleti unutan, iyi olan her şeyi kendinden menkul sanan, kendi hatalarının sorumluluğunu üstlenmeyen, kibir abidesi, Erdoğan ve şürekâsı elinde, bir buhrandan diğer buhrana sürüklenmektedir. Memnuniyet ve övgüler Erdoğan’a, şikâyet ve sorunlar Bay Kemal’e… Erdoğan’ın yetkisi çok, ama sorumluluğu hiç yok.
Bu kibir abidesi, bir safsatanın peşine takılır, Bakanları, Merkez Bankası Başkanlarını görevden alır, “Liyakat değil, bana sadakat önemli” der. Enflasyonu durduk yere şaha kaldırır. Sonra da bunun sorumluluğunu, “Dış güçlerin, küresel dalgalanmaların, bölgesel gerilimlerin, içerideki tamahkârların” üzerine atmaya kalkar. Merkez Bankası Başkanını minibüsün muavin koltuğuna gönderir. Bankanın sürücü koltuğuna kendi geçer. Tabela faizini yüzde 19’dan 14’e indirir, sonra da çıkıp “nassımın gereği” der. Enflasyon yüzde 16’dan, yüzde 39’a çıkar. Sarayın kibirlisi, “Rabbimiz sizi korku ve açlıkla; mallardan, canlardan, ürünlerden eksiltmekle sınar. Sabredin” der. Bunu dedikten sonra, enflasyon 7 ayda yüzde 36’dan, bu kez yüzde 80’e çıkar. O yine hiç sıkılmadan, bir kez daha 6-7 ay sonrasına randevu verip, milletten sabır istemeye devam eder.
Firavunlaşır, Karun olur. Ama sıkılmadan Harun pozlarında konuşmaya devam eder. Yüce Allah, “Aldatan, sizi Allah ile aldatmasın” diye, tüm kullarını açıkça uyarmıştır. Altını çizerek söyleyelim bugün mutfaklarda tencereler boşsa, pazar tezgâhları, market rafları yangın yeriyse, millet ucuz ekmek için saatlerce sırada bekliyorsa, çocuklar yatağa aç giriyorsa, alnının teriyle çalışanlar için, bir ev, bir araba almak artık hayal olduysa, bunun tek bir sorumlusu vardır o da “Ben ekonomistim” diyen, “Ekonominin sorumlusu benim, ben” diye böbürlenen, Erdoğan’dır başkası değildir.” dedi.
“TÜİK saray tetikçiliğine soyunmaktan vazgeçsin” diyen Öztrak, “Bugün de Temmuz enflasyon rakamları açıklandı. TÜİK’e göre aylık enflasyon yüzde 2,4’müş… İki gün önce İstanbul Ticaret Odası aylık enflasyon “Yüzde 4,1” dedi. Bağımsız iktisatçılardan oluşan ENAG bugün bu ayın enflasyonu “Yüzde 5” dedi geçtiğimiz ayın enflasyonu. Temmuz enflasyonu için piyasalar “Yüzde 3,2” bir enflasyon bekliyordu. Ama TÜİK’in açıkladığı enflasyon, bunların hepsinin altında. Makyaj giderek ağırlaşıyor.
TÜİK üzerindeki Saray vesayeti de artık objektiflerden saklanamıyor. TÜİK Başkanının, tam da enflasyon rakamları açıklanmadan önce, Saraya yaptığı ziyaret oldukça ilginç. Anlaşılan amacına ulaşmış görünüyor. Ama şunu da hatırlatalım, kalabalıkta işlenen suçun, tenhada özrü olmaz. Enflasyon istatistikleriyle oynamak, milletimizin ücretini ve maaşını taammüden gasp etmektir. TÜİK yöneticileri, Sayın Genel Başkanımızın söylediklerini dikkate alsın. Artık Sarayın tetikçiliğine soyunmaktan vazgeçsin.
Herkes şunu biliyor ki; “Enflasyon en büyük halk düşmanıdır, en haksız vergidir.” Erdoğan milletimizi bile isteye, bu canavarın dişlerinin arasına atmıştır. Enflasyonu tarihimizde görülmemiş bir hızla azdırmıştır. Bugün yıllık tüketici enflasyonu yüzde 79,6. Üretici enflasyonu ise yüzde 144,6. TÜİK’in makyajlı rakamlarıyla bile, tüketici enflasyonu, 1998 Eylül ayından bu yana en yüksek enflasyon düzeyi. Üretici enflasyonu ise Cumhuriyet tarihimizin, en yüksek seviyesinde. Böyle bir üretici enflasyonunu ne 1994 krizinde, ne 2001 krizinde, ne de 1970’lerde gördük.” şeklinde konuştu.
Minareyi çalan, kılıfını uydurmaya çalışsa da minare o kadar büyük ki, artık hiçbir kılıfa sığmıyor diyen Öztrak, “Dünyada son bir yılda, gıda fiyatlarındaki artış yüzde 23. Bizdeki gıda enflasyonu yüzde 95. Neredeyse dünyanın 4 katı, 5 katı. Dünyada son bir yılda et fiyatlarındaki artış yüzde 13. Bizde yüzde 90. Dünyanın 9 katı. Dünyada tahıl ve tahıl ürünlerindeki fiyat artışları yüzde 28. Bizde yüzde 118. Dünyada şeker fiyatlarındaki artış yüzde 9. Bizde kaç? Yüzde 153. Erdoğan’ın bu fahiş zamları artık hiçbir kılıfa sığmıyor. Milletimiz Erdoğan’ın ne yaptığını görüyor, notunu da veriyor. Milletimiz bugün hayat pahalılığı altında inim inim inliyorsa, bunun tek bir sorumlusu vardır. O da kibir abidesi Erdoğan’dır.
Son dört yılda bu ülkede, üç Hazine ve Maliye Bakanı, dört Merkez Bankası Başkanı, beş TÜİK Başkanı gördük. Gelen, hep gideni arattı… “Artık bu kadarı da olmaz, yapılmaz” denilen ne varsa oldu. Paramızın itibarını korumakla görevli kurumun itibarı, beş paralık edildi. Bundan 1,5 yıl önce, Erdoğan’a yakın bir gazete, “Bu operasyonu kim adına çektiniz?” manşetiyle, önceki Merkez Bankası Başkanı’nı hedefe koydu. Şimdi bu manşetin, Erdoğan’dan habersiz atılması mümkün mü? Elbette değil. Atanan Merkez Bankası Başkanı da aynı gazetede kalem oynatan eski bir AK Partili vekildi. Sarayın istediği oldu. O gün attıkları manşette, “Türkiye, yüksek faizde üçüncü dünya liginde” diyorlardı. Bugün Türkiye, hala faizde üçüncü dünya liginde… Ama artık Türkiye, sadece faizde değil enflasyonda da üçüncü dünya liginin zirvesinde…
Şimdi de biz soruyoruz: “Millete çekilen bu operasyonu, siz kimin adına çektiniz?” Bu sıradan bir iş değil. Hata bir kez yapılırsa, hata olur. Hata sürekli tekrarlanırsa, bu bir tercihtir. Bir kez daha soruyoruz: “Siz kimin adına bu operasyonu çektiniz?” bugün sanayici krediye erişemiyorum diye şikayet ediyor. Dövize sıkışan Hükümet, bir yandan Merkez Bankası, bir yandan BDDK eliyle, kredi musluklarını kapatmaya devam ediyor. Sanayicinin, ihracatçının elindeki dövizlere el koyuyor. Aba altından da sopa gösterip, sanayiciye “Elinizdeki dövizi satın” diye baskı yapıyor.” ifadelerine yer verdi.
TCMB Başkanı sanayicileri fişlemiş
Öztrak, “En son İstanbul Sanayi Odası’nda yaşanan skandal görülmemiş bir skandaldır. Bankanın muavin koltuğunda oturmaya razı olan Merkez Bankası Başkanı, kendisine derdini anlatan sanayiciye demediğini bırakmamıştır. Yok, sanayici aldığı düşük faizli krediyle, 55 milyar dolarlık döviz almış… Yok, sanayici stokçuluk yapıyormuş… Yok, ucuz krediyle döviz alan sanayicilerin listesi de ellerindeymiş… Anlaşılan Merkez Bankası Başkanı oturduğu muavin koltuğundan, sanayicileri fişlemiş. Sen direksiyonu sarayın kibirlisine kaptırmışsın. Kanunen sana verilen enflasyonu düşürme görevini, yerine getirememişsin. Milli paramızın değerini pul etmişsin. Sanayicinin üretim maliyetleri almış başını gitmiş. İşte üretici enflasyonu yüzde 145 olmuş. Sayenizde sanayicinin işletme sermayesi her gün eriyor. Bugün aldığı hammaddeyi, ara mamulü, yarın kaça yerine koyacağını bilmiyor. Ticarette vade, kontrat kalmadı. Bütün bunlar sizin “patlak şambrele yama” politikanızın sonucu… Ama artık lastik yama tutmuyor. Hiç sıkılmadan siz çıkıp üreticiyi, sanayiciyi suçluyorsunuz.
Tabi ön teker nereye, arka teker de oraya. Kibirle malul Erdoğan sağa, sola bağırarak, ülkeyi yönetebileceğine inanırsa, atadığı Merkez Bankası Başkanı da sağa sola ayar vererek, tüketiciyi tehdit ederek, para politikasını yöneteceğini sanır. İşbaşında bu kibirli kafa, yönetimde böyle kifayetsiz bürokratlar oldukça, sanayicilerimiz de enselerini bu kadar açıkta bıraktıkça, daha çok tokat yerler. Moralleri daha çok bozulur. Üretim, yatırım daha çok sekteye uğrar. Türkiye İmalat Satın Alma Yöneticileri Endeksi PMI, son beş aydır kritik eşik 50’nin altında seyrediyor. Bu önümüzdeki günlerde sanayideki zorlu koşulların, daha da ağırlaşacağının önemli bir göstergesi. Milletimiz artık şunu çok iyi anladı. İş ehline verilmezse, tarlaya karga, ambara fare, fırına hırsız, memlekete harami dadanır. Herkese yetecek ekmek, kimseye yetmez olur. Ülkede güven kaybolur.
Devlette yönetim krizi her geçen gün büyüyor. Ülkemiz yönetilmiyor savruluyor. Gün geçmiyor ki büyük bir skandal patlamasın. İşte dün yaşadığımız skandal; bu kifayetsiz kadrolar, sağlıklı bir şekilde, Kamu Personeli Seçme Sınavı dahi yapamamışlar. Bu milletin evlatlarının umutları, geçmişte çalınan sınav sorularıyla çok yandı. FETÖ’yle beraber çok kul hakkına girdiler bunlar. Gençlerimizin umutlarını çaldılar. Erdoğan’ın Başbakan olduğu dönemde dönemin ÖSYM Başkanı için soruşturma izni vermedi, sınav sorularının çalınmasıyla ilgili iddiaların araştırılmasını, bilerek, isteyerek engelledi. Dün yine sınav sorularının dışarıya sızdırıldığına yönelik, sosyal medyada çok ciddi iddialar ortaya atıldı. Bunlar öyle hafife alınacak, mesnetsiz iddialar da değil. Ama ÖSYM daha yemeden, içmeden, doğru düzgün araştırmadan iddiaları hemen reddetti. Ardından artan kamuoyu baskısıyla, Erdoğan’ın Devlet Denetleme Kurulu’na, bu konuyu inceleme talimatı verdiği söylendi, açıklandı. Sonra da Erdoğan aynı gün gece yarısı bir kararnameyle ÖSYM başkanını, apar topar görevden aldı.” şeklinde konuştu.
Devlete yandaş doldurma operasyonunuz elinizde mi patladı
CHP Parti Sözcüsü Öztrak şunları aktardı:
“Hayrola, bu ne telaş! ÖSYM Başkanını kurban verip, bu işten sıyrılmayı mı düşünüyorsunuz. Yoksa giderayak devlete yandaşlarınızı doldurmaya çalışırken, operasyon elinizde mi patladı? ÖSYM Başkanına tavsiyemiz, eğer bu işi birilerinin talimatıyla yaptıysa, önceki Çevre ve Şehircilik Bakanı Bayraktar gibi, kendisine talimat vereni açıklasın. Yoksa bu pilav daha çok su kaldırır.
Çalınan her soru, gençlerimizin çalınan hayatıdır. Sınav sorularının çalındığı iddialarının, ciddiyetle ele alınması gerekir. Çünkü bundan sonra bu sınavı kazanan da töhmet altında olduğu için, kaybeden de hakkının yendiğini düşündüğü için mağdurdur. Bu, yandaş olmayan gencin hakkını gasptır. Derhal soruşturulmalı, soruşturma sonucuna göre de gereği mutlaka yapılmalıdır. Kamuoyunun vicdanı derhal rahatlatılmalıdır. Biz bu konunun takipçisi olmaya devam edeceğiz. Bu arada ÖSYM YÖK’ün ilgili kuruluşu… Şimdi ÖSYM’nin ilgili olduğu YÖK Başkanı, neden sus pus? Buradan açıkça ifade edelim, iş başında liyakatli, emir eri olmayan bürokratlar olsaydı bu skandal yaşanmazdı.
Sınav sorularını koruyamayacaksınız. Sınırlarımızı koruyamayacaksınız. Şehirlerimizi koruyamayacaksınız. Paramızın değerini koruyamayacaksınız. Merkez Bankası kasasını koruyamayacaksınız. Beceriksizliğin bu kadarı da gerçekten çok özel bir çaba gerektiriyor. İnsan ister istemez, “Bu kadar hata gerçekten tesadüf olamaz” diye düşünüyor.”
Öztrak, Rusya hem Akkuyu’da kurduğu nükleer santralin hem de Akkuyu’da üreteceği elektriğin sahibidir. Türkiye’nin sadece bu elektriğin tüketicisi olduğuna dikkat çekerek şunları söyledi:
“Ne yazık ki ülkemiz, “Ya benimsin ya da kara toprağın” diyen sakat bir yönetim anlayışının elinde… Bu sakat anlayışın koltukta kalmak için, vermeyeceği taviz, çiğnemeyeceği ilke ve değer yok. İşte en son Rusya ile yaşanan Akkuyu Nükleer Santrali meselesi… Biz komşularımızla karşılıklı saygı temelinde, iyi ilişkilere sahip olunmasını tabi ki isteriz. Rusya’da, Türkiye’nin önemli bir komşusudur. Ancak defalarca uyarmamıza rağmen, son dönemde başta enerji olmak üzere, pek çok alanda ülkemiz aleyhine, Rusya’yla asimetrik bir bağımlılık oluşmuştur. 2021’de toplam doğalgaz ithalatımızın yüzde 45’i Rusya’dandır. Ve yaşadığımız güncel bölgesel krizler de göstermiştir ki, menfaati icap ettiğinde Rusya, enerjiyi bir silah olarak kullanabilmektedir. Enerjide kaynak ülke çeşitliliğini artırmak, Türkiye için artık stratejik bir tercihtir. Bu gerçeğe rağmen, ülkemiz nükleer enerjide de Rusya’ya bağımlı hale getirilmiştir. Rusya hem Akkuyu’da kurduğu nükleer santralin hem de Akkuyu’da üreteceği elektriğin sahibidir. Türkiye bu elektriğin sadece tüketicisidir. Hem de üretilecek elektriğin kilovatsaatine, KDV hariç 12,35 sent gibi, fahiş mi fahiş bedel ödemek zorunda olan bir tüketici… “Hadi nükleer teknolojiyi öğreneceğiz” desek, o da mümkün değil. Çünkü santralin işletme ve bakımı da dâhil, tüm iş süreçlerinden Rusya sorumlu. Santralin hiçbir yerinde yerlilik, millilik yok! Hal böyle iken Akkuyu’nun inşaatını gerçekleştiren, Türk firmasının sözleşmesi de, Ruslar tarafından bu hafta feshedildi. İnşaat işi Rusya’ya ait bir devlet şirketine kaldı. Açıkçası “Bu işin ardında ne var?” biz anlayamadık. İnşaatı gerçekleştiren Türk firması ehil bir firma değilse, Nükleer Santral gibi, çok hassas bir inşaatta neden yüklenici oldu? Yok, söz konusu firma bu işlerde ehilse, Ruslar tek taraflı olarak, bu firmanın işine neden son verdi? Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı’nın bu süreçten haberi var mı? 2010’da Rusya ile imzalanan ve Meclis’te onaylanan milletlerarası antlaşmada, “Anlaşmanın uygulanması veya yorumlanmasında, ilgili taraflar arasındaki uyuşmazlıklar, Enerji Tabi Kaynaklar Bakanlığı ve Rus Rosatom arasında, karşılıklı istişare ve müzakereyle çözülür” diyor. Buna göre, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı, bu işin bir tarafında olmalı. Ama maşallah Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı sus, pus… Milletten ne saklanıyor? Santralin inşaatı için, Rusya’dan 9,6 milyar dolar civarında bir kaynağın, yine Türkiye’de bu işi yapan Rus şirkete aktarılacağı söyleniyor. Ruslar, Türk ekonomisinin sıkıntılarını görerek, bu parayı Türkiye’ye önden yüklemeli gönderme karşılığında, acaba Türk firmasının inşaat işinden ayrılmasını şart mı koştu? Yoksa para karşılığında Ruslara, Akdeniz’de, vatan topraklarında liman mı satıldı? Rusların Akdeniz’e inme hayallerini birkaç dolar vererek gerçekleştirmelerine izin mi verildi? Bütün bunların cevabını öğrenmek aziz milletimizin hakkıdır. Bu hafta Erdoğan Soçi’ye, Putin ile buluşmaya gidecek. Tam da bu ziyaret öncesi, Rusların yaptığı bu operasyon neyin nesidir? Biz bu soruların takipçisi olmaya devam edeceğiz.”
AYM limanlar kararını verdi, CHP TBMM’nin dolandırıcılığa alet edilmesini engelledi diyen Öztrak sözlerini şunları söyleyerek tamamladı:
“Sarayın kibirlisi artık gideceğini görüyor. Giderken de yağmaya, talana hız veriyor. Bu yılın hemen başında bir torba kanunla, bazı limanların, 49 yıldan az olan veya süresi 49 yıldan az kalmış işletme hakkı sözleşme süreleri, ihalesiz, duyurusuz bir şekilde 49 yıla kadar uzatıldı. Bu limanların çoğunu, Sarayın yandaşları işletiyor. Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz bu hukuksuzluğu, Anayasa Mahkemesi’ne taşıdık. Anayasa Mahkemesi de aldığı kararla, “Özelleştirmede hâkim olması gereken, serbest rekabet ve eşitlik ilkelerinin ihlal edildiğini; yapılan düzenlemenin söz konusu limanların, gerçek özelleştirme değerlerine ulaşılmasını, engelleyebilecek nitelikte olduğunu” hükme bağladı. Böylece Cumhuriyet Halk Partisi Meclis Grubu Gazi Meclisimizin dolandırıcılığa, ihaleye fesat karıştırmaya alet edilmesini engellemiş oldu.
Şimdi buradan açıkça uyarıyoruz. Tüyü bitmedik yetimin hakkını yemek adına, bu talanları bir sözleşmeye bağladıysanız, yani 49 yıla çıkarttıysanız bunu derhal iptal edin. Yoksa milletimiz yetkiyi bize verir vermez iki elimiz yakanızdadır.
Aziz milletimiz; sorunlar ne kadar büyük olursa olsun, umutsuzluğa yer yok. Cumhuriyetimizin İkinci Yüzyılında iş başına geliyoruz. Eğitimden sağlığa, dış politikadan güvenliğe, alt yapıdan üretime, ekonomiden tarıma… Erdoğan’ın bozduğu ne varsa biz düzeltmeye talibiz. Biz, insanlarımızın geleceğine umutla baktığı, çocukların yatağa aç girmediği bir ülke için geliyoruz. Hayat pahalılığını bitirmeye, milletimize rahat bir nefes aldırmaya geliyoruz. Üreterek kazanan, kazandığını hakça paylaşan bir ekonomiyi, aziz milletimizin hizmetine sunmak için geliyoruz. Bu ülkenin insanlarından çalınan ne varsa, hepsini milletimize geri vermek için geliyoruz. Biz, bu güzel ülkenin, bu asil milletin, hiçbir ayrım olmadan, dünyada her şeyin en iyisini hak ettiğine inanıyoruz.”
Hibya Haber Ajansı