Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Kadın Kolları Genel Başkanı Aylin Nazlıaka, YaşamHak ve Aile Destekleri Projesi’ni anlatmak üzere Kırşehir’e bir ziyaret gerçekleştirdi. Neşet Ertaş Kültür ve Sanat Merkezi’nde gerçekleşen büyük halk buluşmasında, kadınların mağduriyetlerini dinledi.
Eczacı Özge Aydemir Durmuş, 2014 yılında mezun olduğunu belirterek şunları söyledi: “O tarihten bu yana da özel hastane ve serbest eczacılık sektöründe mesleğimi icra ettim. Son zamanlarda sağlıkta şiddet konusu gündemde… Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, sağlıkta şiddetle ilgili ceza artırımı yapıldığını duyursa da söz konusu sağlık kurumları içerisinde maalesef eczaneler yer almadı. Hizmet konusunda birinci basamak sağlık kuruluşu sayılan bizler şiddet konusunda sağlıkçı sayılmadığımızı öğrendik. Oysa pandemide de görevimizin başındaydık. Bu süreçte 97 meslektaşımızı kaybettik. Bakanlık Covid-19 tanısı ile hayatını kaybedenlere ilişkin genelge yayınladı ama biz bu genelgede de sağlık çalışanı sayılmadık. Ayrıca sağlıkta şiddet konusunu konuşacaksak ben eczanemde gece nöbetlerinde kendimi korumak adına biber gazı ile nöbet tutuyorum. En yakın karakoldan ekipler gelene kadar maalesef geç kalınmış oluyor. Şikayette bulunduğumuzda da bir sağlık çalışanı gibi cezai yaptırımları olmuyor. Kendimizi güvende hissetmek için bizlerin de korunmasını talep ediyorum”
Konfeksiyon çalışanı Remziye Yoldaş, bir kadın için özel sektörde çalışmanın kamuda çalışmaya göre daha yıpratıcı olduğunu belirterek, “Ben 20 yıldır bu işi yapıyorum. Biz kadına verilen hak çok az…” dedi.
Tuhafiye esnafı Fatma Ünsal Korkmaz, son iki yıldır yaşanan ekonomik kriz nedeniyle çok zor günler geçirdiklerini belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Belimiz büküldü. Elektrik faturalarımızı yatıramaz duruma geldik. Bağkur primlerimiz aylık 2 bin liraya yükseldi, işçilerimizin SSK’larını yatıramıyoruz. Bu konuda da bize bir devlet katkısı sunulabilir. Daha önce kredi çeker; ev, araba alır, yatırım yapardık. Şimdi kredi ile borçlarımızı kapatıp, dükkanlarımızı ayakta tutmaya çalışıyoruz. İşçinin, turizmcinin, çiftçinin hepsinin bakanlığı varken, biz esnafların neden bir bakanlığı olmasın…”
Şu anda ikinci üniversitesini okumasına rağmen çalışmak zorunda kaldığını ve taksi şoförlüğü yaptığını belirten Nermin Durmuş, hikayesini şöyle anlattı: “14 yıllık evliyim, bir çocuk annesiyim. Eşim özel sektörde çalışıyor. 4 yıldır Kırşehir’de taksi şoförlüğü yapıyorum. Taksi şoförlüğünden önce hiç çalışma hayatım olmamıştı. Ev hanımıydım. Ülkemizdeki hayat şartlarının güçleşmesi nedeniyle iki kişinin çalışması mecbur hale geldi… Birçok yere iş başvurusu yaptım ama herkes tecrübeli, deneyimli çalışan istediği için çalışma imkanım olmadı. O dönem eşim hem iş yerindeki olumsuzluklar hem de sağlık sorunları nedeniyle iş değiştirmek istediğini söyledi. Nasıl olur, ne iş yapabiliriz derken bir arkadaşının aracılığıyla taksi durağı alıp, taksi şoförlüğü yapmaya karar verdi. Kredi çekerek işi hazır hale getirdik fakat eşim tazminat alamayacağını öğrenince işten çıkmaktan vazgeçti. Bizim düşüncemiz ise eşim işten çıkar, tazminat alır ve çektiğimiz krediyi kapatırız idi… Evdeki hesap çarşıya uymadı. Başkasını çalıştırsak, işçinin maaşı, sigortası, aracın giderleri derken bize bir gelir sağlamayacaktı. Kurulmuş bir iş vardı ve birinin bu işi yapması gerekiyordu. Sonra şakayla karışık eşime, ‘ben yapsam nasıl olur?’ dedim. Tabiî ki erkekler taksi şoförlüğünü sadece erkeklerin yapabileceğini düşündüğü için eşimin ilk tepkisi ‘kadından taksi şoförü mü olur?’ oldu. Dedim ki niye olmasın ki, tır süren kadınlar var. Açıkçası 40 yıl düşünsem benim de aklıma taksi şoförlüğü yapacağım asla gelmezdi. Denemekten başka alternatifimiz de yoktu. İster istemez bir işe başladığınızda korkularınız oluyor. Olur mu olmaz mı derken 4 yıl geçti. Taksi benim ikinci evim. En büyük sıkıntı taksi şoförlüğünün erkek işi olarak görüldüğü için yapılan cinsiyet ayrımı.”
Ev hizmetleri emekçisi olan Fatma Akbaş, oğlunun atanmadığını, eşinin hamallık yaptığını kendisinin de evlere temizliğe giderek geçinmeye çalıştıklarını söyledi.
Öğretmen olmasına rağmen atanamadığı için çiftçilik yaptığını belirten Hatice Bayram, şunları söyledi:
“2002 yılında beden eğitimi öğretmeni olarak üniversiteyi bitirdim. Atanamadım değil, atanmadım. 2007 yılında bir kamu bankasında sigortacı olarak işe başladım. 2009 yerel seçimlerinde Karahıdır Belde Belediye Başkanı adayı oldum. Maalesef kaybettim. Çok üzüldüm. Tekrar işime dönmek istedim ama dönemedim. Birçok iş görüşmesi yaptım ama olmadı. Cezalandırıldığımı hissettim. Adaylığın bana bir nevi etiketi oldu. Gerek hayat şartlarının zorluğu gerekse aileme yük olmamak için birçok meslek edinme kursuna katıldım. Bu projelerden birisi olan genç çiftçi projesinde hayvan bakıcılığı ve sürü yönetimi sertifikasını aldım. 20 hibe koyun ile koyun yetiştiriciliği işine başladım. Hiçbir zaman yılmadım. Çalıştım, emek verdim. 20 koyunu 300 koyuna ulaştırdım. Ben bunu başardım. Fakat 20 yıldır iktidarda olan AK Parti’nin yanlış tarım politikası nedeniyle çiftçiliği sürdürmekte zorlanıyorum. Hiçbir bilimsel dayanağı olmayan faiz sebep, enflasyon sonuç tezi ile yürütülen ekonomide 80 liraya aldığım bir çuval yemi 400-500 liraya alıyorum. 1 litre mazot 7 lira iken şimdi 25-30 liraya yükseldi. 1 ton gübre 2 bin liradan 10-15 bine çıktı. Bunun yanı sıra tarım ilaçlarına, sertifikalı tohum almaya, zirai ekipmanların yanına bile yaklaşamıyoruz … Bu şartlar altında tarlamı ekemiyorum, gübremi atamıyorum, hayvanlarıma yem alamıyorum. Veteriner giderlerini karşılamakta çok zorlanıyorum. Maliyetlerin bu kadar yükselmesine rağmen benim ürettiğim ürünlerin fiyatı aynı şekilde yükselmiyor. Enflasyon yüzde 300 artarken sattığımız ete ancak yüzde 15-20 yansıyor. Bu durumda hayvanlarımı satıp zarardan kurtulmak istiyorum. Ne hayvanımı değerinde satabiliyorum ne de yem alıp bakabiliyorum. Bu şartlar altında ne hayvancılık ne de çiftçilik yapacak hiçbir gücüm kalmadı. Biz çiftçilerin, üreticilerin feryadına iktidar ne zaman kulak verecek?”
Kadınların yaşadığı mağduriyetleri dinleyen Nazlıaka, sözlerini şöyle sürdürdü:
“20 bin kişinin girdiği sınavda torunu dokuzuncu olmuş ama mülakatta elenmiş… Mülakatta elemeseler, soruları dağıtıp elemeye çalışıyorlar. Norveç’te ne tartışılıyor biliyor musunuz? Norveç’in Adalet Bakanı’nın sörf yaparken can yeleği giymediği için kötü örnek olduğu konuşuluyor. Bizde bırakı can yeleğini temel haklarımız yaşam hakkımız tehdit altında. Hangi can yeleği? Aslında hepimizin can yeleği olan şey adalet sistemidir. Öylesine adaletsiz bir düzenin içerisinde o kadar kötü yönetiliyoruz ki, yöneten her sorunu birinin üzerine atıyor.
Enflasyon yüksek mi çıkıyor; TUİK başkanı görevden alınıyor. Sorular mı çalınıyor ÖSYM başkanı görevden alınıyor. Et fiyatları uçuyor mu; Et ve Süt Kurumu başkanı görevden alınıyor. Ekonomi kötü mü gidiyor, damada affı istetiliyor. Faizler yükseliyor, merkez bankası başkanı affını istiyor. Son üç yılda üç kez maliye bakanı, dört kez de merkez bankası başkanı değişti.
Eğitim kötü gidiyor, eğitim bakanı affını istemek zorunda kalıyor. Tarım kötü gidiyor, tarım bakanı affını istemek zorunda kalıyor. Kadına yönelik şiddet her geçen gün artıyor aile ve sosyal politikalar bakanının affı isteniyor hatta bakanlık ikiye bölünüp adı değişiyor. Yani sürekli bir şeyler değişiyor.
Peki değişimde sıra kimde? Tek adamda! O zaman sandık diyoruz. Sandık gelecek, Saray düzeni bitecek. Bu düzeni hep birlikte değiştireceğiz. Geliyor gelmekte olan.”
Hibya Haber Ajansı