CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, bugün Genel Merkez’de düzenlediği basın toplantısında gündeme dair konuştu.
Öztrak şunları söyledi:
“Vizyonsuz yöneticilerin, küresel konjonktürün kırk yılda bir bahşedeceği imkânları, iç siyasete malzeme yapmalarımilletimiz için hep hüsrana yol açmıştır. AK Parti Hükümetlerinin, ulusal çıkarlarımıza değil, kendi siyasi ajandasına öncelik vermesi, ülkemize gerçekten çok büyük zararlar vermiştir. Hala da vermektedir. Suriye’de yaşananlar, bunun en bariz örneğidir. Erdoğan’ın, Emevi Camii’nde namaz kılma macerası, ülkemize çok pahalıya patladı. Suriye’deki operasyonlarda onlarca şehit verdik. Rusya, Mehmetçiklerimizi bombaladı. 5 milyon Suriyeli ülkemize girdi. Bir o kadarına da Suriye’de bakar olduk. Milletimizin sırtına, 10 milyarlarca dolarlık yük bindi. Arap baharında, Arap ülkelerinin iç işlerine müdahil olunması, dış politikadaki ihtiyatsızlığa bir başka örnektir.
Ülkemizin hak ve çıkarları için değil, Erdoğan’ın ideolojik saplantıları ve siyasi ikbali için yaptığı hamleler, ülkemizin itibarına büyük zararlar verdi. Bölgede sözü dinlenen, etkili ülke olma fırsatını kaçırmamıza yol açtı. Mısır’la durduk yere kavgalı olduk. Daha 2013 yılında Genel Başkanımız bunları uyardı. Mısır’la ilişkilerimizin durduk yere bozulmasının sakıncalarını anlattı. Şimdi Saray, Mısır’la arayı düzeltmek için kıvranıp duruyor. Daha dün; “15 Temmuz’un finansörü” dedikleri Körfez şeyhinin, “Katil” diye manşetler attırdıkları Veliaht Prensin ayaklarına, bugün, turkuaz halılar seriyorlar.
Erdoğan 2009’da Danimarka’nın eski Başbakanı Rasmussen’in, NATO Genel Sekreterliğine aday olması üzerine; bölücü terör örgütüne ait bir televizyonun, Danimarka’da bulunmasını gerekçe göstererek; “Barış sürecine katkısı olamayanlar, acaba bundan sonra nasıl olacak? Ve tabii bizde bir soru işareti meydana getiriyor. Kişisel kanaatimi söylüyorum: Ben olumsuz bakıyorum” diye milletimize caka sattı. Ama sonunda: Erdoğan, bu söylediklerini bir güzel yaladı yuttu. Erdoğan’ın da vermiş olduğu oyla, Rasmussen NATO Genel Sekreteri oldu. Yine bir başka örnek; Erdoğan 2018’de, Rahip Brunson’ı isteyen Amerika’ya, “Bu fakir bu görevde olduğu sürece, o teröristi alamazsın” diyerek esip gürlemişti. Milletimize yine havalar attı. Sonuç: Erdoğan bir kez daha tükürdüğünü yaladı. Terörist dediği rahibi, Beyaz Saray’daki Oval Ofise, hem de özel uçakla gönderdi. Önceki ABD Başkanı Trump, “Aptal olma” diye Erdoğan’a mektup yazdı. Bir Beyaz Saray davetine, Erdoğan bu hakareti bile yuttu, sineye çekti. Hakaret içeren bu mektubu, karşısındakinin yüzüne çarpacağına Beyaz Saray’a mahcup bir şekilde takdim ettim dedi. Ondan sonra da mektup konusu gündeme geldi mi denince hamdolsun gündeme gelmedi diye şükretti.Dış politikada kaçan fırsatların kazası olmaz. İşte bu nedenle, dış politikada hamleler, tavla oynar gibi bağıra çağıra yapılmaz. Birkaç adım sonrası düşünülerek, belirli bir stratejiyle, satranç gibi sessizce oynanır. Dış politikada oyunubu kurala göre oynamak yerine, içeride oy devşirmek için oynayanlar, ülkelerinde millete karşı aslan kesilir. Asar, keser. Ama dışarıda kedi gibi pısar. Siner kalır.
Erdoğan içeriye başka, dışarıya başka. Artık tüm dünya Erdoğan’ın ne olduğunu anladı. Yeter ki sırtı sıvazlansın, pohpohlansın. Yeter ki ABD Başkanıyla bir randevu kopartsın, yeter ki Biden, gülen gözlerle kendisine baksın, samimi bir fotoğraf versin. Varsın tükürdüğünü yalasın, varsın kendisine yöneltilen en ağır hakaretleri sineye çeksin.
Dediğim gibi, Erdoğan’ın zaaflarını, zayıflıklarını tüm dünya biliyor. Onun için söylediklerini artık kimse ciddiye almıyor. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, ardından İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyelik talebi, Türkiye’nin önüne önemli bir fırsatlar demetini sundu. Bu gelişmeler, ülkemizin terörle haklı mücadelesinde, NATO’nun amasız, fakatsız desteğinin sağlanması AB’ye üyelik sürecinin yeniden başlatılması ve Türkiye’nin, Avrupa’nın güvenlik stratejisine dâhil edilmesi bakımından çok önemli bir fırsattı. Ama Erdoğan bunu da iç siyasette oy devşirmek için kullandı. Dağ yine fare doğurdu.
Önce Erdoğan her zaman yaptığı gibi, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyeliği için, ağzına geleni söyledi. Tarih: 16 Mayıs 2022 “İsveç terör örgütlerinin kuluçka merkezi. PKK yanlısı teröristler var Parlamentolarında. Biz bunların neyine güveneceğiz. Bir sokulduğumuz yerden bir daha sokulamayız.” Tarih: 18 Mayıs 2022 “Siz, bize teröristleri vermeyeceksiniz. Ama bizden kalkıp NATO üyeliğini isteyeceksiniz. Bu güvenlik teşkilatını, güvenlikten yoksun hale getirmeye ‘Evet’ diyemeyiz.” Tarih: 19 Mayıs 2022 “Böyle bir güvenlik teşkilatının içerisinde, biz terör örgütlerinin olmasını kabul edemeyiz. İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girmesine ‘Hayır’ diyeceğimizi, ilgili arkadaşlarımıza söyledik. Yolumuza bu şekilde de devam edeceğiz.” Bu ağır sözlere rağmen, nedense hem NATO hem de ABD çok ama çok rahatlardı. “Madrid’de Finlandiya ve İsveç’in üyelik süreci başlar” diyorlardı. Sonunda kimin dediği oldu?
İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine, Türkiye’de “Hayır” diyen Erdoğan; dörtlü diye girdiği zirveden, şu üç imzalı muhtırayla çıktı. NATO Genel Sekreterinin bile bu belgede kefaleti yok. Üç Dışişleri Bakanının imzaladığı, sıradan bir belgeyi sineye çekerek. Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğinin önünü açtı. NATO’nun üzerinde kefaleti olmayan, bir iyi niyet belgesiyle yetindi. Türkiye’de “Hayır” dediğine, Madrid’de “Evet” deyiverdi. Ayağına kadar gelen topu, gole çeviremedi. Sonra da kalktı buna hiç sıkılmadan “diplomatik zafer” dedi.
Bir kez daha altını çiziyorum. Bu üçlü muhtıra NATO’yu bağlamaz. AB’yi hiç bağlamaz. Hatta bu muhtıra hukuki ve teknik bakımdan, imzacılarını bile bağlayan bir metin değil. Son derece muğlak ifadelerle, esnetilip, bükülebilecek bir metin. Bu muhtıra, ne “VayPiCi / PiVayDi” ye, ne de FETÖ’ye bir “terör örgütü” diyemiyor. Erdoğan, muhataplarına bunu bile kabul ettirememiş. Nitekim daha metnin mürekkebi kurumadan, İsveç ve Finlandiya’dan ardı ardına bazı açıklamalar geldi. İsveç Dışişleri Bakanı; “Terör faaliyeti olduğu yönünde delil olmadıkça, hiçbir iadeye razı olmayacağız, demokratik hakları değiştirmeyeceğiz” dedi. Finlandiya Cumhurbaşkanı’nın da; “Türkiye’ye suçlu iadesi politikamız değişmedi. Bizim terörist olduğuna karar vermediğimiz hiç kimse, iade edilmeyecek” dediği söyleniyor. Ama dün Erdoğan çıktı, 73 teröristin bu ülkeler tarafından iade edileceğini açıkladı. Madem öyle, üzerinde uzlaşmaya vardıkları terörist iade edilecek, deport edilecek terörist sayısıbelli. Bunu niye açık açık bu muhtıraya yazmadınız? Neden muğlak ifadelerle geçiştirdiniz? Kaldı ki sadece 73 teröristin deport edilmesi karşılında, bu kâğıt imzalandıysa, bu zaten çok büyük bir fırsatın kaçırıldığının açık seçik ikrarıdır.
Türkiye, geçmişte de buna benzer, hukuki sonuç doğurmayan muhtıraları, mektupları maalesef çok görmüştür. Bunların en meşhurlarından bir tanesi de bugün NATO üyeliğine “Evet” dediğimiz Finlandiya’nın, önceki Başbakanlarından Lipponen’in, 1999’da Rahmetli Ecevit’e yazdığı mektuptur. Türkiye’ye “AB’ye aday ülke” statüsü verilirken, Kıbrıs, Ege ve İnsan Hakları konularında, bazı ön şartlar ileri sürülmüştü. Dönemin Başbakanı Ecevit, ileri sürülen bu ön şartlara karşı çıkıyordu. Ortaya çıkan krizin aşılması için, AB’den yazılı taahhüt istendi. “AB’ye aday ülke” ilan edilmeden hemen önce, AB Dönem Başkanı sıfatıyla Finlandiya Başbakanı Lipponen, Türkiye’ye bahsettiğim bu mektubu gönderdi. Ama AB açısından bu mektubun hiçbir hukuki bağlayıcılığı olmadığını, daha sonra yaşayarak öğrendik.
Şu hususun altını özellikle çizmek istiyorum: Türkiye gerek eşsiz jeo-stratejik konumuyla, gerek büyük ordusuyla, NATO’nun en önemli ortaklarından birisidir. Bu nedenle Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye’nin de üyesi olduğu, NATO’nun güçlenmesi ve genişlemesinden hiçbir şekilde rahatsız olmaz. Ancak çatısı altında bulunduğumuz bu ittifakın da mevcut ve müstakbel ortaklarının da müttefiklik hukukuna uymalarını, hak ve menfaatlerimize saygılı olmalarını beklemek de en doğal hakkımızdır. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve bunun Avrupa Güvenlik mimarisinde yarattığı sarsıntı, Türkiye’nin Avrupa güvenliği açısından eşsiz önemini de bir kez daha ortaya koymuştur.
İmzalanan üçlü muhtıranın, bizim açımızdan tek sınırlı kazanımı; AB üyesi İsveç ve Finlandiya’nın, AB Ortak Güvenlik ve Savunma Girişimlerine, Türkiye’nin katılımı konusunda, destek taahhüdünde bulunmasıdır. Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin, veto yetkisine sahip olduğu Avrupa Birliği’nde açıklanan bu desteğin ne kadar etkili olacağını hep beraber göreceğiz. Bu muhtıra çerçevesine Finlandiya ve İsveç’in neler yaptıklarını, çok yakından takip edeceğiz.
Şimdi bu fotoğraf neyin nesi? Allah muhabbetinizi artırsın. Sevdiklerinizle haşretsin. Bu ne muhabbet? Beyefendi, memlekette Yunanistan’a, Güney Kıbrıs’a atıp tutuyor. Söylemediğini bırakmıyor. Ama Madrid’de Türkiye’nin tanımadığı Güney Kıbrıs Rum lideri Anastasiadis’i görünce, yelkenler suya iniyor. Diyoruz ya: Erdoğan içeride başka çalıyor, dışarıda başka söylüyor… Rumlar resmi olarak hiçbir NATO toplantısına, yemeğine katılamaz. Gayrı resmi toplantı ve yemeklerdeyse, Türkiye’nin onayı ve rızası aranmalıdır. Erdoğan neyin karşılığında, bu yemeğe rıza gösterdi? Neyin karşılığında bu samimi fotoğrafları verebildi? Milletimizin bunu öğrenmesi de elbette hakkıdır. Yoksa siz, her yüzünüze gülenin peşinden mi gidiyorsunuz?
İlk seçimlerden sonra, iktidarı devralır almaz, öncelikli işlerimizden biri de, Dışişleri Bakanlığımızı yeniden, bir kariyer ve liyakat kurumu haline getirmek olacaktır. Dış politikamızı, ulusal çıkarlar temelinde yeniden ele alacağız. Şahsiyetli bir dış politika izleyeceğiz. Dostluğu aranan,hasımlığından korkulan bir devlet olacağız. Dış politikamız milli olacak. Askeri, siyasi ve en önemlisi iktisadi araçlarla, dış politikamızı tahkim edeceğiz.
Atalarımızın dediği gibi borçlunun yalımı alçak olur. Güçlü ekonomi olmadan, güçlü dış politika olmaz. İşte dün açıklandı… Bu yılın ilk 3 ayı itibariyle, Türkiye’nin Brüt Dış Borcu 451 milyar dolara çıkmış. Bu dış borçlanmada yeni bir rekor! Bugün ülkemizde doğan her çocuk, 5 bin 345 dolar borçla, dünyaya gözlerini açıyor. Dış borcumuzun milli gelire oranı, yüzde 57 civarında…
Türkiye’nin sadece dış borcu değil, devletin borçları da olağanüstü bir hızla katlanıyor. Bu ucube rejime geçtikten sonra, art arda yaşanan kur şokları ve ardından gelen yüksek enflasyon, milli paramızı pul etti. Kamu borç stokunun ikiye katlanma süresi, artık iki yılın bile altına düştü. Son 20 yıldırböyle bir tabloyla hiç karşılaşmadık. Yine tarihimizde ilk kez, iç borcun ileride ödenecek faizi, iç borcun anaparasını aştı.
Maalesef bu borç ve faizler “Jelibon” la ödenmiyor. Milletin alın terinden, göz nurundan kesilen vergilerden ödeniyor. Son 20 yılda Erdoğan Hükümetlerinin, bütçeden içeriye ve dışarıya yaptığı toplam faiz ödemesi, 522 milyar dolar. Yani her gün 73 milyon 671 bin 775 doları, her saat 3 milyon 69 bin 657 doları, milletimizin cebinden almışlar bir avuç faiz lobisinin kasasına koymuşlar. Bu yıl tek bir yılda milletin cebinden alınıp, faiz lobilerinin cebine konacak para, tamı tamına 330 milyar lira. Ülkede bankalar kârlarına kâr katıyorlar. Bu yılın ilk beş ayında bankaların kârı, geçen seneye göre yüzde 434 artarak, 132 milyar liraya ulaşmış. Şimdi soruyorum yani bu faiz lobileri Erdoğan’ı sevmesin de kimi sevsin?
Geçtiğimiz Eylül ayında, Erdoğan ve Nebati Bakanı, Nasreddin Hoca’nın borç ödeme fıkrası gibi, bir hikâye anlatmaya başlamışlardı. Paramızı pul eden bu kadroya göre, güya faiz düşecek, TL değer kaybedecek, rekabet gücü artacak, dış açık kapanacak, rezervler artacak, TL güçlenecek, enflasyon düşecek, hayat pahalılığı bitecekti. Ama Saraydaki hesap, çarşıya uymadı. Paramızı pul ettiler. Ama bu yılın ilk beş ayında dış ticaret açığı bırakın düşmeyi yüzde 136 artarak; 43 milyar 200 milyon dolara sıçradı. 2022 için belirlenen toplam dış ticaret açığı hedefinin, yüzde 83’ü daha ilk beş ayda gerçekleşti. Cari açık hedefi ise daha yılın ilk dört ayında doldu bitti. Dış ticaret dengesindeki bozulma, Sarayın söylediği gibi, sadece enerji fiyatlarındaki artışa da bağlı değil. Bu yılın ilk beş ayında, enerji hariç dış ticaret açığı yüzde 48 arttı.
Enflasyon üç haneye dayandı. İşte bugün İstanbul enflasyonu açıklandı. Haziran’da yıllık enflasyon yüzde 94 olmuş. Bu son 24 yılın enflasyon rekoru demek. Bu yanlış hesap kitabı yapan saray, artık şapkasını önüne koyup bir düşünmek zorundadır. Düşünebilecek hali kaldıysa. Yılbaşında asgari ücrete yapılan zam, daha Şubat ayında, açlık sınırının altına düştü. Buradan sesleniyoruz; milyonlarca emekçinin enflasyonla gasp ettiğiniz haklarını, mutlaka telafi edin. Sene başında vermeyi vadettiğiniz gibi açlık sınırı sevisinin üzerine yüzde 6 daha ilave edin. Saray mamulü enflasyona kaptırdığınız Asgari Ücreti 6 bin 775 lira yapın. Madem Sarayın kibirlisi “Ekonomimizin tarihinin en güçlü dönemine girdiğini” hiç sıkılmadan söylüyor. O zaman buyurun, gereğini yapın.
Bu hafta Ekonomi Masası olarak, Ankara Hali’ndeydik. Hal esnafımızın dertlerini dinledik. Tarladan sofraya uzanan zincirdeki, en önemli halkalardan biri de sebze-meyve halleri… Hangi esnafa sorsak bin ah işittik. Aldığımız cevap, “Artık dayanamıyoruz, gelin bizi kurtarın” oldu. Bir hal esnafımız, “Meyve lüks oldu, geçen sene sattığımız meyvenin ancak yarısını satabiliyoruz. Artık millet meyve alamıyor. Ancak karnını doyurmaya, ucuz sebze bakıyor” diyor. Bir başka esnafımız, artan mazot fiyatlarına yenilmiş. “Akaryakıt pompası, para sayma makinesinden daha hızlı sayıyor” diye feryat ediyor. Sadece mazot değil ambalaj masrafı da uçmuş. Plastik kasaların fiyatı bir yılda beşe katlanmış, bazı ürünlerde plastik kasanın fiyatı içine konan meyve-sebzenin fiyatını sollamış. Pek çok hal esnafı, artık meyve-sebzeyi kasa yerine çuvallara koymaya başlamış. “Bu fiyatlar yüzünden 30 yıl önceye döndük” diye de dert yanıyor. Hal’e mal taşıyan kamyoncuların durumu hepten beter… Nakliyeciler yarın mazot fiyatının ne olacağını bilmediğinden artık gidiş-dönüş anlaşmak yerine, tek yön fiyatı veriyor. Sadece artan mazot fiyatları değil, yedek parça, sigorta ve lastik fiyatları da nakliyecinin belini bükmüş. Lastiğin en ucuzu 2 bin lira olmuş. Yeni lastik almaktan geçtik, eskiyen lastiği kaplatmayı da unutmuşlar, artık kamyoncular, dişi kalmamış lastiklere aletle diş açmaya başlamışlar. Sözün özü, Hal’de de hal kalmamış. Esnafta kendisine sırt çevirenlere küsmüş.
Türkiye’nin ekonomide mutlaka yeni bir hikâyeye ihtiyacı var. Bu hikâyenin küresel gündemi yakalaması, küresel fırsatları değerlendirmesi, Yeşil Mutabakat’ı, dijital dönüşümü ve elbette “Sürdürülebilir kalkınma hedeflerini” dikkate alması gerekiyor. Mevcut hükümetin böyle bir hikâyeyi yazacak ne takati, ne de kifayeti vardır. Cumhuriyet Halk Partisi ve demokrasi aşığı ortakları, liyakatli kadrolarıyla, yazdıkları yepyeni bir hikâyeyi, milletimizin takdiriyle uygulayacaktır.
Milletimize sesleniyoruz, “Türkiye’nin menfaatleri ayaklar altına alınmasın. Şahsiyetli dış politika izlensin” diyorsanız, bize katılın. “Yurtta sulh, cihanda sulh olsun” diyorsanız, bize katılın. “Sofralarınızda Halil İbrahim bereketi olsun” istiyorsanız, bize katılın. “Hiçbir çocuk yatağa aç girmesin” istiyorsanız, bize katılın. “Paramız pul olmasın, paramızın itibarı olsun” diyorsanız, bize katılın. “Bu ülkede alın teri döken herkes rahat rahat, ev ve araba sahibi olsun” diyorsanız, bize katılın. “Sofraya meyve koymak, et yemek lüks olmasın” diyorsanız, bize katılın. “Akaryakıt pompası, vergi dairesi olmasın” diyorsanız, bize katılın. “Bu ülkede huzur olsun, kardeşlik olsun, barış olsun, bayramlar bayram gibi kutlansın” diyorsanız, bize katılın. Bize katılın. Bu ülkenin aydınlık geleceğini birlikte inşa edelim. Kul hakkı yiyenlerden de hesabını soralım.
Benim söyleyeceklerim bu kadar. Şimdi varsa sorularınızı alabilirim.
Soru- Tüm dünya Türkiye’nin NATO’dan zaferle ayrıldığı konusunda fikir birliğine varmışken millet ittifakından art arda bunun bir geri adım olduğu, taviz verildiği yönünde açıklamalar geldi. Sizi bu düşünceye iten görüşleriniz ve gerekçeleriniz nelerdir?
Faik ÖZTRAK- Biraz önce gerekçelerimi konuşmamda açıkladım. Ama burada şunu söyleyeyim, fırsat ayağımıza kadar gelmiş, Erdoğan dönüp kendi kalemize gol atmış. Tabi ki rakip takımın seyircileri onu alkışlayacaklar. Önemli olan dışarıdakilerin değil, çok açık söylüyorum milletimizin ne dediğidir.
Soru- AK Parti Elâzığ milletvekili Zühtü Demirbağ, danışmanlarıma borçlanmışım, maaşımı bekliyorum, milletvekili maaşıyla milletvekilliği yapamaz, çok zor dedi. Bürokratken yönetim kurulu üyeliğinden de maaş aldığını, şu an ki durumundan da çok çok iyi durumda olduğunu da söyledi. Siz bu açıklamaları nasıl değerlendirirsiniz?
Faik ÖZTRAK- Hatırlayabildiğim kadarıyla daha birkaç önce millete iki kilo et yemeyin, yarım kilo et yiyin diyen bu milletvekiliydi. O gün o aklı veren milletvekili bugün şimdi çıkıp maaşının yetmediğini söylüyorsa durum vahimdir. Benim kendisine bir tavsiyem var. Bak sandık geliyor, gereğini yap kendini, seni bu hale düşürenlere oy verme.
Soru- Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, millet ittifakının cumhurbaşkanı adayı kim olacak sorusuna bence doğrusu altılı masadaki liderlerden biri olmalı dedi. CHP’de altı liderden biri olması gerektiğini düşünüyor mu?
Faik ÖZTRAK- Sayın Davutoğlu’nun düşüncelerine saygı duyuyoruz tabi. Millet masasında altı partinin lideri bu konuları karara bağlarlar.
Hibya Haber Ajansı