Yazar Hasan Böğün kaleme aldığı köşe yazısında, ABD’nin süregelen politikalarını eleştirerek üstünlük kurmaya çalıştığı ülkelerde gücünün zayıflaması dolayısıyla savaş çıkarabildiğini ama barış yapamadığını ifade etti.
Böğün, “ABD’nin savaş çıkarma tekelinin de kırılmakta olduğu” söyleyerek, “ABD’nin savaş çıkarıp barış yapamamasının nedenlerinden biri, hedef alınan devletin, yüksek sesle ifade etmese de Amerikan hegemonyasına razı olmamasıdır. ABD’nin askeri gücü biliniyor; dünyadaki devletlerin çoğunun ABD’yi askeri olarak yenmesi olanaksız. Ama askeri bakımdan ABD’den güçsüz Afganistan gibi birçok devletin Amerikan barışına razı olmadığı da çoktan beridir gözleniyor.” sözlerini kullandı.
Hasan Böğün’ün yazısının tamamı şu şekilde:
"ABD’nin gerileme sürecini tartışırken, savaş çıkarabildiğini ama barış yapamadığını birkaç kez yazdık.
Hegemonya tesis etmede barış savaşın devamı ve tamamlayıcısıdır. Sürgit savaşla hegemonya kurulmaz. Savaş araçtır; hedef alınan devleti hegemonyacının barışına razı etmenin aracı… Bu nedenle ABD hegemonyasına Pax Americana (Amerikan barışı) deniyor.
ABD’nin savaş çıkarıp barış yapamamasının nedenlerinden biri, hedef alınan devletin, yüksek sesle ifade etmese de Amerikan hegemonyasına razı olmamasıdır. ABD’nin askeri gücü biliniyor; dünyadaki devletlerin çoğunun ABD’yi askeri olarak yenmesi olanaksız. Ama askeri bakımdan ABD’den güçsüz Afganistan gibi birçok devletin Amerikan barışına razı olmadığı da çoktan beridir gözleniyor.
Tartışacağımız konu bu değil; yeni bir şey söylemiş olmayacağız. Yeni olan şey, ABD’nin savaş çıkarma tekelinin de kırılmakta olduğu…
Kuralların kuralı: Hegemonun olduğu yerde, başka hiç kimse savaş çıkaramaz. Bir devlet ne gerekçeyle olursa olsun savaş çıkarırsa, bu aynı zamanda hegemonun kurduğu düzene de başkaldırmaktır. Hegemonyada savaş çıkarma ayrıcalığı hegemona aittir. Savaş tekeli…
Savaş derken elbette ipinin ucu çoğunlukla şöyle veya böyle ABD’ye çıkan terörü kastetmiyoruz. İlan edilmiş olsun ya da olmasın, devletlerin alenen başvurdukları daha gürültülü ve kanlı bir siyaset aracından söz ediyoruz.
Ukrayna harekatının anlamı
İsrail’e 7 Ekim saldırısını ve Yemenlilerin Kızıl Deniz’i kapatmasını görmemiş olsaydık, Rusya Federasyonu’nun Ukrayna’daki özel harekâtının ABD’nin savaş tekelini yıkmanın başlangıcı olduğunu iddia edemeyecektik.
Ukrayna harekâtı, bıçağın kemiğe dayandığı noktada Rusya Federasyonu’nun bütünlüğünü savunmak için yapılmış olan daha önceki tekil Çeçenistan ve Gürcistan harekâtları gibi bir eylem değil. Eğilim haline gelmekte olan bir serinin başlangıç noktası.
Ukrayna harekâtının amacı da elbette Rusya Federasyonu’nun bütünlüğünü savunmayı içeriyor. Fakat bu kez, her ne kadar Batı savaştan kaçınmak için NATO’nun müdahil olmadığını öne sürse de, Ukrayna’daki savaş NATO ile Rusya ordusu arasında. Bilfiil savaşa girmekten kaçınması bile ABD’nin savaşma yetisinin ne ölçüde zayıfladığını yeterince ifade ediyor.
Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin, belki de harekâtın başından bu yana en kritik açıklamasını geçenlerde yaptı. Mealen şöyle: “Ukrayna’nın toprak bütünlüğünün garantörü bizdik. Polonya’nın, Romanya’nın ve Macaristan’ın Ukrayna’da tarihsel toprak iddiaları var. Biz işimizi bitirdikten sonra kim Ukrayna’ya ne yapar, karışmayacağız.”
Bu sözler, küresel savaş ve barış meselelerini belirlemede artık Rusya’nın söz sahibi olduğunun ilanıdır. Avrupa’daki kimi çevreler Putin’in sözlerinden Avrupa’ya ilişkin çıkarımlar yapmış olabilir mi? Kim bilir!
Batı’nın defoları
Savaşma yetisi ile sanayileşme arasında doğru orantılı bir ilişki var. Rusya, Batı’nın Ukrayna’ya verdiği milyarlarca dolarlık silah ve mühimmatın fazlasını üretiyor. Bu durum, Batı’daki sanayisizleşmenin vardığı noktayı ve Rusya’nın sanayisinin askeri üretimle ciddi bir ivme kazandığını gösteriyor.
Deniyor ki bu durum sanayisizleşme ile ilgili değil. Batı, Ukrayna galip gelmesin ve savaş uzayıp gitsin, böylece Rusya daha fazla yıpransın istiyor. Bu nedenle Ukrayna’yı fazla beslemekten kaçınıyor.
Bu teorinin yanlışlığının nedenleri şunlar: Savaşın uzaması Batı blokunun defolarını daha çok görünür yaparken, Rusya bütün Batı ile başa çıkabilen kuvvet kimliğini kazanıyor. Rusya’nın ordusu yeryüzünde savaşma yeteneği en yüksek ordu haline geldi.
Batı’nın Rusya’yı tecrit etme çabaları başarısız oldu, ama dünyadaki devletlerin çoğunluğu, başta ABD olmak üzere Batı ile arasına şu ya da bu ölçüde mesafe koyuyor. Savaşma yetisinin uluslararası siyasete etkisi…
Yeni katılan bölgeler dahil Rusya’nın iç birliği güçlendi, ama Batı ülkelerinde iç parçalanmalar keskinleşti. Hem geniş anlamda Batı blokunda, hem dar anlamda NATO’da bölünmeler derinleşiyor.
Neden 7 Ekim?
Pek çok uluslararası gözlemci İsrail’e saldırının neden 7 Ekim’de yapıldığını merak ediyor. Saldırı kararının hangi geniş ve dar müzakereler, hangi istihbari değerlendirmeler sürecinden geçtiğini bilmiyoruz. Fakat saldırı tarihinin çok isabetli seçilmiş olduğunu söyleyebiliriz. Bu da savaş çıkarma yeteneğine dahildir.
Birkaç yıl önce yapılacak bir saldırı, yine Filistinlilerin aynı kayıplara uğramasına yol açsa da, olasılıkla önceki intifadaların kaderini paylaşmaktan öteye geçemezdi. Birkaç yıl sonra ise İsrail kendi iç sorunlarını aşabilir, Filistin topraklarında kazandığı mevziler geri döndürülemez vaziyet kazanabilirdi. İsrail’in Arap devletleri ile “normalleşmesi” kurumlaşabilir, Filistin, yetersiz olan şimdiki Arap desteğinin daha da azıyla yetinmek zorunda kalabilirdi.
Filistin’de kısa aralıklarla intifadalar patlak vermesi, İsrail saldırganlığının neden olduğu iç basıncın yüksek olduğunu gösteriyor. Bu basınç, hem İsrail içindeki parçalanmanın en yüksek noktasında, hem uluslararası düzlemde ABD’nin hegemonyasının zayıfladığı ve çok kutupluluk hareketinin yükselişe geçtiği bir sırada, hem Rusya’nın bütün Batı blokuna karşı savaşı kazanmakta olduğunun belirginleştiği bir anda patlamaya yol açtı.
İyi ki de öyle oldu. Başka koşullar altında, üstelik yargılama konusu olan eylemleri 7 Ekim sonrasıyla sınırlı değilken, İsrail’i “soykırım”dan ve “savaş suçu” işlemekten yargılatmak mümkün olmayabilirdi. Uluslararası Adalet Divanındaki yargılama nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, İsrail, dünya devletlerinin çoğunluğunun gözünde soykırımcı damgasını yedi. Dava, Filistin-İsrail sorununun çözümünde gerçek otorite olan Birleşmiş Milletler’e (BM) inisiyatif kazandırdı.
Yemenlilerin Kızıl Deniz’i kapatması da ABD’nin hegemonyasına başkaldırıdır. ABD’nin bütün yapabildiği Yemen’i bombalamaktan ibaret.
Kritik nokta şu; önce Yemenliler silaha başvurdu, ABD yanıt vermek zorunda kaldı. Fakat Yemen’i bombalamak Kızıl Deniz’i açmayı sağlayamıyor. Batı’nın deniz ticaretinin can damarı sayılabilecek bir su yolunu açık tutamayan hegemonu Batı ne yapsın?
Süreç, ABD’yi Batı’daki nüfuzunun da aşınması ile karşı karşıya bırakabilir."
Hibya Haber Ajansı