Al Libaslı Kara Kuzu, Balkanların ücra bir köyünde başlayan, Anadolu’nun, namı diğer “Bilad-ı Rum”un bir yerlerinde sona eren bir hikaye. Tek bir kişinin hikâyesi değil bu; aynı zamanda dönüşen bir ülkenin de anlatısı. Rumi’nin satırları içinde Ortaçağ Anadolu’su ve Balkanların bir bölümündeki Osmanlı coğrafyasının insanlarının, gelecekteki demografisinin nasıl oluştuğunun ipuçlarını izliyoruz. Doğduğunda başka, öldüğünde başka adla anılanların hikayesi… Mete Aygün’ün kaleme aldığı Rumi – Al Libaslı Kara Kuzu, dönemi sıradan insanların hikayelerinden okumaya çalışan, alışılmışın dışında bir tarihi roman; kahramanların her biri sıradan ve bugün de hemen yanı başımızda görebileceğimiz insanlar.
Darko’nun Hayrettin’e devşirilme öyküsü…
Al Libaslı Kara Kuzu romanı bir metamorfoz öyküsü. Eski günlerde, ta 7 yüzyıl öncesinin Rumeli topraklarında başlayıp Anadolu’da devam ediyor. Roman okurlarına Balkanların bir yerinde doğan, yaşamına Darko ismiyle başlayan küçük bir çocuğun, evinden alınıp, dilini, adetlerini, kokularını, havasını suyunu hiç bilmediği Osmanlı topraklarında büyümesi, serpilmesi ve giderek Hayrettin adında genç bir devşirmeye dönüşmesinin, “Rumi’leşmesinin” öyküsünü anlatıyor.
Hayrettin’in öyküsü, iki büyük yenilgi arasına sıkışır: I. Kosova ve Ankara savaşları… Kahramanımız iki savaşın da kaybedenidir. Ama kaybetmenin yok olmak demek olmadığını, hayat dediğimiz şeyin bazen bir taşın çatlağından bile inatla fışkırıp göverdiğini görüyoruz. İlk yenilgisinde farklı bir diyarın tohumuyken, başka bir ülkenin toprağında ekilecek, orada dönüşerek büyüyecek… Kitabın kahramanı Darko, Hayrettin’e dönüşürken, Osmanlı İmparatorluğunun doğuş sancılarına ve büyümesine de eşlik eden bir karakter. Mete Aygün, bu paralel büyüme sancılarını ustalıkla okurlarına sunuyor.
Hibya Haber Ajansı