Kılıçdaroğlu’nun konuşmasından bazı satır başları şöyle:
"Depremi, o büyük travmayı yaşayan insanlara en azında 85 milyon olarak katkı, moral vermek istedik. Maddi, manevi açıdan her türlü desteği vermek istedik. Kampanyalar açtık. Belediye başkanlarımız o bölgelere gitti. Büyüğü, küçüğü hep beraber ‘Acaba depremdeki yaraları nasıl sarabiliriz’ diye mücadele etti, emek harcadı. Şimdi bu faturaların gelmesi doğru değil. En azından yıl sonuna kadar deprem bölgesindeki en azından evlerin elektrik ve doğalgaz faturalarını bizler ödeyebiliriz.
Depremden hemen sonra ‘Türkiye Tek Yürek’ kampanyası açıldı. Bu kampanya 213 televizyonda ve 512 radyoda yayınlandı. Herkes karınca kararınca katkı vermeye çalıştı. Taahhüt edilen para, 115 milyar 146 milyon 528 bin lira. ‘Biz bu parayı ödeyeceğiz’ dediler. Televizyonlara çıktılar, adlarını sanlarını hepimiz dinledik. Ben de bir aylığımı ödeyeceğim dedi. Hemen ertesi gün, hafta götürdük aylığımızı Türkiye Tek Yürek kampanyası çerçevesinde yatırdık. Acı olanı şu; 115 milyar liranın 74 milyar lirası yatırılıyor. 41 milyar lirası ise hiç yatırılmadı.
Hatırlarsınız şehitler için de para toplanmıştı, o paraya da el koydular. Şimdi buradan açık ve net çağrıda bulunuyorum. Lütfen grup başkanvekillerimiz ve grup başkanımız da Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine getirsin. Nerede bu paralar? Kim ödemedi bu paraları? Bu halkın karşılaştığı her sorunun takipçisi biz olacağız.
Bu paralar yıl sonuna kadar deprem bölgesindeki bütün evlerin elektrik ve doğalgaz paralarını karşılar, ayrıca artar. Bu paralar bir kişinin şahsi parası değil. Taahhüt edilen paraların toplanması, ödemeyenlerin kamuoyuna açıklanması ve gereğinin de yapılmasını istiyoruz.
Belediyelerden kesintiler biraz daha arttı. Yüzde 40-50’lere vardı. İller Bankası parayı kesiyor. Vicdanınız kurusun, en azından deprem bölgesindeki belediyelerin paralarını kesmeyin. Bunlar insanlara hizmet ediyor. Sorunlarını çözmeye çalışıyor.
Medya dediğiniz organ toplumun sesidir. Toplumun duygularını yansıtır. Haksızlıklar, yasa dışı işlemler varsa gazeteci, gazeteciliğini yapar. Etik kurallar içinde bunu topluma bindirir. Tatvan’da da bir gazeteci Sinan Aygül, Tatvan Belediyesi’ndeki bir olayı gündeme getiriyor ve bu gazeteci arkadaşımız bölgedeki büyün yolsuzluk haberlerini yapan yürekli bir gazeteci. Belediye başkanının korumaları tarafından adeta linç ediliyor. Kendisini arayıp geçmiş olsun dileklerimi ilettim. Hukuk desteği her ortamda ve her zaman verebileceğimizi de kendisine aktardım.
Biz her yerde ve her ortamda demokrasiyi savunduk. Bizim partili veya bir partili değil kim haksızlığa uğradıysa onların hep yanında olduk. Olmaya da özen gösterdik. Hep birlikte yine olmaya özen göstereceğiz, çalışacağız çünkü biz Cumhuriyet Halk Partisiyiz. Çünkü biz devleti kuran partiyiz.
Elimde büyün veriler var. Hatta eleştirinin ötesinde hakarete varan bir sürü laflar var. Dava açacağım ama Yeni Şafak gazetesinin ne mal olduğunu da bütün Türkiye’nin bilmesini isterim. Yalan haber, iftira üzerine haber yapan bir gazete, gazete olur mu? Bu kadar ahlaksızlık olur mu?
Elbette gazeteci eleştirebilir. Beni beğenmek zorunda da değildir ama bir kan davasına dönüştürüp hakaretler ve yalanlar üzerinden Facebook hesaplarına özel olarak belli paralar ödeyerek bu çalışmaları yapmayı gazetecilikle bağdaştırmıyorum. Bunu herkesin bilmesini isterim.
İstanbul bizim için de Türkiye için de dünya için de önemli bir merkezdir. Erdoğan boşuna söylemiyordu ‘İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder’ diye. Evet oylarını 2002’deki rakamlara indirdik. Yüzde 35-34’lere indi. Ne olursa olsun hala ‘Ben İstanbul’u nasıl alabilirim? İstanbul’un rantından nasıl faydalanabilirim’ arayışı içinde.
Haramzadelerin bir özelliği vardır, doymazlar. Çünkü onlar sürekli yolsuzluk yapar. Haramzadeler doymazlar.
Sultan Ahmet Camii’nin o görkemli yapısını bile ranta teslim ettiler. Gökdelenler, milyarlık daireler, köşeyi dönmeler, beşli çeteler, uyuşturucu baronları bütün bunların tamamının İstanbul’da yaşandığını gayet iyi biliyoruz. Şimdi İstanbul’a kabus gibi çöken o beşli çetelerden, baronlardan İstanbul’u temizlemeye çalışıyoruz. Ahlakı egemen kılmaya çalışıyoruz.
Ekonomide ne kadar halkın zor durumda olduğunu biliyoruz. Bugün asgari ücret açıklandı. 11 bin 402 lira. Bu rakam makul bir rakam mı? Beni şaşırtan Türk-İş Başkanının buna hiç itiraz etmemesi. Oysa aynı Türk-İş’in yaptığı bir açıklama var. ‘Bekar bir çalışanın yaşama maliyeti 13 bin 439 lira.’ Asgari ücretli 11 bin 402 lira alacak, evli iki çocuklu diyelim. 11 bin 402 lirayla ve kiralardaki bu artışlar da varken bununla geçinmeye çalışacak. Ama bir kişinin çalışma yaşam maliyeti 13 bin 439 lira olacak ve siz buna itiraz etmeyeceksiniz. Bu doğru değil. İşçinin hakkını ve hukukunu korumak her şeyden önce sendikanın görevidir. Eğer sendika iradesini saraya ipotek etmişse sendikacı olmaktan çıkar. İşçinin hakkını ve hukukunu savunmak yine bize düştü.
Türkiye’de bir beka sorunu var. Çok açık ve net söylüyorum. Özellikle son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’a oy veren vatandaşlarıma seslenmek istiyorum. Türkiye’nin gerçek anlamda bir beka sorunu vardır. Eğer devleti yöneten bir kişi mal varlığı dolayısıyla teslim alınmışsa, mal varlığı dolayısıyla kendisine yönelik eleştirilere tek cümle dahi kuramıyorsa o kişi teslim alınmış kişidir. O kişi devletin en tepesindeyse Türkiye için bir beka sorunudur.”
Hibya Haber Ajansı